Genellikle buradaki yazılarımı aklıma o dönem takılan konuları içerecek şekilde yazıyorum ve sizinle paylaşıyorum. Bu yazımı hangi konuda yazayım diye düşünürken de yakın geçmişte bir süreliğine de olsa içine adım attığım gıda takviyeleri, vitaminler ve mineraller konusu aklıma geldi.
Günümüzde insanların daha sağlıklı ve uzun yaşama isteklerinin ön plana çıkması, sağlık sistemlerinde hastaların aldıkları hizmetlerin kalite açısından istenilen seviyelere ulaşmaması nedeniyle önleyici tıp uygulamalarının daha önem kazanması ve biraz da sağlık endüstrisinde büyümenin bu alanlara kayması söz konusu ürünlerin tüketimlerini artırdı.
Eczacı meslektaşlarımın birçoğu da hem eczanelerin sağlıkta ilk danışılan noktalardan birisi olması hem de ticari açıdan sadece ilaç satışıyla ayakta durmakta zorlanan eczanelere nefes aldırması açısından bu alana oldukça fazla yöneldi.
Uzun ve sağlıkla, sağlıklı bir yaşam sürdürmeyi hepimiz istiyoruz. Burada hemfikiriz. Peki, bu konuda hangi destekleri, hangi dozda, ne kadar süreyle almamız gerektiğine nasıl karar veriyoruz?
Ben eczane eczacılığı pratiği neredeyse olmayan, son dönemdeki profesyonel ilgim ve kişisel merakım nedeniyle bu alanlarda yetersiz olarak kabul ettiğim bir bilgi seviyesine sahibim. Bunu mütevazılıktan yazmadım çünkü ne zaman belirli bir takviye, vitamin, mineral v.b. konusunda araştırma yapsam önüme bir dolu bilgi geliyor ve bu bilgileri öğrenmek ve anlamak için epey bir çaba sarf etmem gerektiriyor.
İşte bu nedenle yazımda kendi düşünce ve öğrenme algoritmamı sizinle paylaşmak istiyorum.
Bana yeni olan veya piyasada yeni olan her hangi bir madde veya ürünle ilgili araştırma yaparken ilk bakış açım tıbbın temel ilkesi olan “primum non nocere – önce zarar verme” ilkesinden çıkıyor. Söz konusu ürün ya da molekülün kullanımı ile ilgili olabilecek zararları anlamaya çalışıyorum öncelikle. İnternet, bu konuda nereye bakmayı bilirseniz erişimi son derece kolay bir kaynak (neden bir önceki cümlemde italik bir kelime grubu yazdığımı anlamışsınızdır ama yazımın sonunda yine de buna değineceğim). Herhangi bir ürünün uzun süreli kullanımı, doz aralığı, başka bir madde, ilaç kullanımı veya sağlık durumuyla olan etkileşimi, kullanılmasında dikkatli olunacak noktalar ve kullanılmaması gereken durumları anlamaya çalışıyorum. Özellikle bitkisel içerik içeren ürünlerde bu daha da önem kazanıyor.
Ardından etkinliğine bakıyorum, hangi konuda etkinliğine bakılmış, kimler hangi çalışmaları yapmışlar (varsa tabii), yapılan çalışmalar in vitro çalışmalar mı, in vivo çalışmalar mı? Bu çalışmalar in vivoysa insanlarda yapılmış çalışmalar var mı? Bu noktaya geldiğimde maalesef birçok konuda yeterli çalışma olmadığını, vaka raporları (case report) ya da in vitro çalışmaların daha çok olduğunu görüyorum. Birçok mevcut çalışma da belirli bir ürünü geliştirip, piyasaya vermiş olan şirketlerin çalışmaları olunca, çalışma sonuçları da çok güvenilir olmayabiliyor. Bu noktada da ilk ilke (önce zarar verme) öne çıkıyor.
Bu noktadan sonra da baktığım şey hammadde kaynağı, ürünün kalite kontrol raporları v.b. gibi alanlar oluyor. Ülkemizde maalesef özellikle gıda takviyesi alanında ilaçtaki gibi kalite kontrol zorunluluğu olmaması, üreticilerin çoğunun da bu konuda zorunluluk olmayınca aksiyon almamaları piyasadaki ürünlere olan güveni zedeliyor.
Hatta ve hatta etiket ve ambalajlarında “Avrupa’da üretilmiş” ya da formüle edilmiş imajı vermek için çokça İsviçre, İngiltere gibi ülkelerin isimleri, bayrakları veya farklı simgelerin kullanıldığı ve dolayısıyla tüketiciyi, hatta eczacıyı bile yanıltan ürünleri sıkça görüyorum. Ben eczacı-tüketici gözüyle bu tarz ürünleri hayli şüpheli bulurken, bu tarz ürünlerin eczanelerde bulunması maalesef söz konusu eczanelere olan güveni de azaltmaz mı?
Bunların yanı sıra bazen de farklı bir ülkede üretim ya da AR-GE olmadığı halde sanki yabancı bir ülkenin ürünü gibi başka ülkelerin bayraklarını, isimlerini kullanan firmalar var ki, bu tarz tanıtımı yapılan ürünler güvenimi hem mesleki hem de kişisel olarak iyice zedeliyor.
Bütün bu değerlendirmelerimden tatmin olduğum ürünlerde de dozaj ve kullanım süresi konusunda zorlanıyorum. Genel kabul olarak faydalı olduğunu düşündüğümüz C vitamini, D vitamini gibi temel kabul ettiğimiz vitaminlerin dozları ve kullanım süreleri konusunda genel bir konsensüs yok gibi görünüyor.
Birçok farklı tuzlarıyla raflarda bulunan magnezyum içeren ürünler, selenyum, çinko, bakır v.b. metalleri içeren desteklerin ne kadar süreyle ne kadar dozda verileceği konusunda soru işaretleri mevcut. Magnezyum özelinde belirli tuzların farklı etkileri olduğu belirtiliyor. Peki her bir tuz için verilmesi gereken doğru doz ve süre nedir?
Okuduğum bazı meta analizlerde multivitamin kullanımının yaşam süresinin uzamasıyla ilişkisi olmadığı bilgisini hatırlıyorum.
Longetivity (uzun yaşam) alanında duyduğumuz resveratrol, glutatyon, değişik tohum ve çekirdek ekstreleri, alg-mantar kökenli destekler ve aklıma gelmeyen diğer tüm destekler konusunda yönümüzü nasıl bulabilir ve bize gelen danışanlarımıza, hastalarımıza nasıl yol gösterebiliriz?
Kongreler, eczacı dernek ve odalarının düzenlediği eğitim aktiviteleri, bilimsel yayınlar, bu ürünleri üreten/piyasaya veren şirketlerin yaptığı eğitsel ve tanıtım aktiviteleri bize yol gösterse de en sonunda bütün bu bilgileri sentezleyip, hasta ve danışanlarımıza bilgi ve yön vermek, belirli ürünleri kullanmalarını önermeleri biz eczacılar için hayli önem taşıyor.
Bütün bunların ötesinde e-ticaret üzerinde satış yapılan platformlar, sosyal medya, süpermarketler gibi mecralar da tüketicilerin eksik ve yanlış bilgilerle bu ürünlere yönlenmesine ve bazen de zarar vermelerine sebep oluyor. Dolayısı ile tam donanımla, etik değerlere sahip çıkarak hasta ve danışanlarına hizmet veren eczacılar özellikle bilinçli tüketiciler tarafından fark ediliyor ve eczacılık mesleği açısından da önemli bir mesleki tatmin sağlıyor. Bunun için de yazımın başlangıcında yazdığım gibi nereye bakılacağını bilmemiz önem kazanıyor. Ben kişisel olarak ABD ve AB gibi ülke ve birliklerin ilgili konulardaki otoritelerinin web sayfalarındaki yayınları biraz daha önemsiyorum. Zaman zaman karşıma çıkan kredibilitesi düşük web sayfası ya da yayınları ise şüpheyle karşılıyorum. Özellikle ticari kaygı içeren web sayfası, kişi ya da şirketlerin verdiği bilgileri hep biraz daha şüphe ile karşılıyorum.
Bir yandan heyecan verici bir yandan da oldukça dikkat edilmesi gereken bu alanda eczacı meslektaşlarım kendilerini geliştirdiklerini görmek bana mesleğimizin geleceği için ümit veriyor. Bunun için de gerek eczacılık fakülteleri, gerekse de odalar, dernekler ve sertifikasyon sağlayan okullar vasıtasıyla meslektaşlarımızın gittikçe daha donanımlı olacakları ve halk sağlığına gün geçtikçe daha önemli katkılarda bulunacağından eminim.
Yazımı buraya kadar okuduysanız hepinize teşekkür ederim !
Bu noktada Sizden bir şey rica edeceğim; Eğer bu ve daha önceki yazılarımı okuduysanız lütfen bana eposta adresimden ulaşın (aerdemgirgin@hotmail.com). Sizlerin düşünce ve önerilerinizi duymak ve iletişimde bulunmak beni çok mutlu edecek.